Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Aydınlanma

50 Soruda 
AYDINLANMA 
Afşar Timuçin - Ali Timuçin
Bilim ve Gelecek Kitaplığı
1. Baskı, Mart 2010
1.
Aydınlanma bir hattan daha çok bir kaç hattın birleşme noktası oldu. Gelişen burjuvazinin, meslek sahiplerinin,  soruları için metafiziği yetersiz bulan felsefe ve bilim insanlarının nihayeti ile bazı siyaset adamlarının kaygılarının zamansal çakışması ile doğdu.

Aydınlanma yoktan varolmadı, geçerli kabul edilene dair yüzyıllarca taşınan şüphelerden türedi. Şüpheleri kuvvetlendiren, destekleyen ise kent çeperlerinde gelişen soyluluk dışı zenginler, meslek sahipleri ve zanaatçılardı.

2.
Burjuvalar, mülkiyet edindikçe mülklerini korumak istediler. Ticaret yapmak için sürekli değişmeyen yasalar, değişmeyen vergiler istediler.

Filozoflar, bilim insanları düşüncelerinin, krallık yöneticileri ve din kurumlarınca sansürlenmesini ve bunlardan dolayı yargılanmak istemediler. Tarihi, politikayı, felsefeyi ve diğer bilim alanlarını mesellere bırakmak istemediler.

Yoksullar, sürekli değişen vergiler, sürekli açılan savaşlar, sürekli zenginleşen din kurumlarını, rüşvetçi yöneticileri istemediler.

Farklı olanlar aşağılanmak, ayrımcılığa, katliama uğramak istemediler.

3.
Herkes aynı şeyleri düşünmüyor ve istemiyordu. İstenen istikrarlı bir yasa ve düzen ülkesiydi. Monarşi olabilirdi, ama parlemento ile dengelenmeliydi.

Fransız düşünürlerin çoğunluğu: "evrensel doğrulara ulaşmanın yolu kuşkuyla yola çıkmaktır" diye düşünüyor ve "mutlakyönetimin baskıcılığından kurtulmak için yasa düzeni öngörüyordu."lardı. "yeni toplumda birinin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünü tehlikeye düşürmeyecek biçimde düzenlenmelidir." diyorlardı. insanların günah - ceza baskısına karşı hak ve sorumlulukları bilincini savunuyorlardı.

4.
Fransız düşünürler düşüncelerinde onları etkilemiş olan John Locke'tan daha mutlakiyetçiydiler:

"Locke felsefesi insanın doğal hakları fikrine yaptığı vurguyla, toplum sözleşmesi anlayışı içinde halka dayalı toplumsal ve siyasal düzen düşüncesiyle, halkın yararına çalışan siyasal egemenlik fikriyle ve bunun tamalayıcısı olan direnme hakkı fikriyle yalnızca Aydınlanma'yı değil genelde kendinden sonraki bütün düşünürleri etkiledi."

5.
Aydınlanma şüpheydi. Aydınlanma düşünürleri içinde Rousseau şüphesinin savunduklarında dahi sakınmadı. Bilimleri savundu, ama bilimlerin kötü niyetlerler kullanılabileceğine; yarar fikrine; mülkiyetçiliğe karşı şüphelerini dillendirdi.

6.
"Kant, Aydınlanma nedir sorusuna yanıt adlı çok önemli çalışmasında şöyle der:

Aydınlanma nedir? İnsanın sorumlusu olduğu küçüklüğünün dışına çıkmasıdır. Küçüklük başkasının yolgöstericiliği olmadan anlığını kullanamama yetersizliğidir. Bu küçüklüğün sorumlusu insanın kendisidir, çünkü bunda yatan neden anlığın bir eksikliğinden gelmez, başkasının yolgöstericiliği olmadan anlığını kullanabilme kararlılığının ve yürekliliğinin olmamasından gelir. Sapere aude! Kendi anlığını kullanma yürekliliğini göster. İşte aydınlanma budur."


* Bu yazının ilk yayınladığı sayfa...

10 Ağustos 2012 Cuma

KABİL - İsyankar ve Günahkâr

Kabil
(Kaim) 
Jose Saramago
Çeviren: Işık Ergüden
Kırmızı Kedi Yayınevi
Ekim 2011
İnsanın varlığı kadar eski olan sorulardan biri de iyilik ve kötülük üzerinedir. Bu soruya verilen cevapların insanın tarihini anlama da/anlatma da önemli bir yer tuttuğunu, bu cevaplarda da dinin küçümsenmeyecek etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanın özünün kötü olduğuna dair yaygın bir inanış vardır. Hoşnutsuz olan durumun nedenini kötülük ile açıklamak ve umut için iyiliğe ihtiyacımız olduğu düşüncesi, iyi ile kötünün mücadelesine dair bir bakışı da içermektedir.
“Sonuç olarak, ya şeytan bizim sandığımızdan daha güçlü ya da biz, dünyanın kötücül tarafı ile iyicil tarafı arasında çok ciddi zımnen azından zımni- bir suç ortaklığı ile karşı karşıyayız.”
Jose Saramago yeryüzünün ilk günâhkarı kabil üzerine yazdığı kitapla bahsettiğimiz bakışı ele almakta ve Katolik Kilisesi ile bilinen tartışmasına da devam etmektedir. En eski hikayelerden birinin, suç, ceza, ahlâk, adalet, lanetler, cinayetler, savaşlar gibi kavram ve eylemler ile örülmüş anlatımı ile bize günümüzü anlayabilmek için de sağlam bir zemin sunuyor : Günahın şehvetini arzuları ile kucaklayıp ahlaksızlaşmış, kötülüğün çamurlarına bulanmış, yoldan çıkmış insanları efendi eskiden doğrudan kendisi cezalandırırken, şimdi bu işi yeryüzünün efendileri yapıyor.

* * *

Kabil’in ebeveynleri, efendinin cömertliği ile cennet bahçesinde sefa içinde yaşarlarken, anlık zevk merakı ile yapmamaları gereken şeyi yaparlar, elmayı yutuverirler. İnsanın cennetten kovulup yeryüzünde başlayan yeni macerasında itaatsizlik vardır ki efendi bunu hiç unutmayacak, insanlara da unutturmayacaktır.
“biz erkekleri, gırtlağımızdan ne inen ne çıkan o sinir bozucu elma parçasıyla sonsuza dek damgalanmış bıraktı.”
Yeryüzü efendilerinin en önemli damgalama araçlarının medya olduğunu söylesek abartmış olur muyuz? İyi olanın varolması için kötünün yaratılması ya da gösterilmesi meselesi…

Yapabilme yeteneğinden yoksun adem ile havva yeryüzünün çetin koşulları karşısında korkuya kapılıp, efendiye pişmanlıklarını sunarlar. Yeryüzündeki yaşam, efendiye hizmet ve kulluk görevleri ile devam eder.

Efendi, cennetinde kendisine itaat zaafı gösteren adem ile havva’nın çocuklarını da sınavdan geçirmek ister: Emeklerinin ürününün efendiye sunulması. Habil’in ürünü beğenilirken kabil’in adağı beğenilmez. Kabil buna çok kızar ve kıskançlık içinde habil'i öldürür.

Habil;
“kardeşinin üzüntüsüne katılmak ve onu teselli etmek yerine, onunla alay etti ve sanki bu da yetmezmiş gibi, kendi kişiliğini yüceltmeye koyuldu; şaşkınlık içindeki ve yapacağını bilemeyen kabil’in karşısında, kendini efendi’nin gözdesi, tanrı’nın seçtiği kişi ilan etti.”
Efendinin seçilmişi habil’in şımarıklığı ile kabil’in ezilmişliği ve yok sayılmışlığı... Bu sınanma meselesinde akan kardeş kanının sorumlusu kim?
“ ben habil’i öldürdüm çünkü seni öldüremezdim, ama benim niyetimde sen ölüsün, Ne demek istediğini anlıyorum, ama ölüm tanrılara yasaktır, Evet oysa kendi adlarına ya da kendileri yüzünden işlenen cinayetleri üstlenmeleri gerekir.”
Kabil yeryüzünde kaçak ve serseri dolaşmaya mahkum edilir. Ve mahkumiyetinin işareti olarak alnından lekelenir.

Kabil’in kâh bir eşeğin sırtında kâh yaya olarak, eski ahit diyarlarında zaman ve mekân tanımayan serüveni başlar. Saramago’nun kabil’i geçmiş, gelecek, şimdi arasında dolaşan bir iz sürücüdür.

Kabil’in yolu âdem, eyüb, ibrahim, nuh, lût peygamberlerle ve kutsal kitaplarda yer alan kişilerin çoğuyla kesişir.

Kitabı okumayı düşünenleri, kabil’in yoldaşlığından mahrum etmemeye çalışarak küçük alıntılarla devam edelim.
“efendi ibrahim’e kendi oğlunu kurban etmesini emretti, bunu gayet sıradan bir şekilde yaptı, tıpkı susamışken bir bardak su ister gibi; demek ki, alışkın olduğu ve gayet sağlam temellere dayanan bir durum bu.”
En sevilen kişiden koça uzanan kurban etme ritüeli ile itaat arasındaki ilişkinin günümüzdeki biçimleri sorusunu kenara not edip devam edelim.

Babil Kulesi, insanoğlunun gökyüzüne yükselme çabasıdır. Efendi, kendisine ulaşma çabasıyla yapılan bu yapıdan hoşlanmaz ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Babilin insanlarına reva gördüğü umutsuzluktur.
“Onun en büyük kusuru kıskançlık, kendi çocuklarından gurur duymaktansa hasedin sesine kulak vermeyi tercih etti, insanların mutlu olduğunu görmeye efendi’nin dayanamadığı açık.”
“efendi emirlerine uymayanlara felaket ya da hastalık gönderir, Demek ki efendi kinci biri.”
Sodom ve gomara felaketinden bağışlanan lut’un karısının başına gelenleri alıntılamazsak olmaz.
“Lut’un karısı, verilen emre uymayarak ardına bakınca tuzdan heykele dönüştü. Ardından olup biteni öğrenmek istemek çok doğalken neden bu şekilde cezalandırıldığını o gün kimse anlayamadı. Ola ki efendi merakı ölümcül bir günah gibi cezalandırmak istemiştir…”
Velhasıl, kabil bu yolculuk boyunca oğlunu kurban etmeye kalkışan İbrahim’in, cinsel tercihlerinden ötürü üzerine kükürt ve ateş yağdırılan Sodom ve Gomora halkının, vücudu baştan ayağa yaralarla kaplanan Eyüb’ün ve daha nicelerinin başına gelenleri görünce gözlerine ve de efendiye inanamıyor!
“kaçınılmaz olan ve artık çoktan sıradanlaşmış ölüler ve yaralılar bir yana bırakılırsa, alışıldık yıkımlar ve daha da alışıldık yangınlar bir yana bırakılırsa, hikâye, her koşulda, güzeldir, imkânsız diye bir şey bilmeyen bir tanrı’nın gücüne kanıttır.”
* * *

Kabil’in son durağı nuh’un gemisidir. Efendi durmadan insanların başına felaket getirmekten yorulmuş olmalı ki, yeni bir başlangıç için “son felaketi” için nuh’a emirlerini verir. Saramago’nun gemide yaşananları nasıl ele aldığını anlatmayalım, ama sorumuzu soralım: Yeni bir başlangıç kabil’in mi efendi’nin mi eseri olacaktır?
“ Efendi işitmez, sağır o, her yandan ona yakarıyorlar, yoksullar, bahtsızlar, talihsizler, dünyanın kendilerine çok gördüğü yardımlar için ona yakarıyorlar, ama efendi onlara sırtını dönüyor…”
Kabil kimdir;

Kabil isyandır,

Kabil meraktır,

Kabil şüphedir,

Kabil eylemdir,

Kabil dile gelmez olanı görmeye çalışandır,

Kabil efendiden nefret edendir.
* Bütün Alıntılar kitaptandır: Kabil, (Kaim) Jose Saramago, Çeviren: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınevi, Ekim 2011, İkinci basım
** Saramago'ya bianen cümle içerisindeki özel isimler büyük harfle başlamamıştır. 

7 Ağustos 2012 Salı

Petrol hegemonyasında piyonlar:"kışkırtılmış birkaç müslüman"


Cihad Avrupa'ya Nasıl Ulaştı?
Balkanlar'da Allah'ın Savaşçıları
ve Gizli Servisler
Jürgen Elsasser
Çeviri: Emre Ertem
Nesnel Yayınları, 2008 (2005)
Soru: CIA'nın eski yöneticisi Robert Gates anılarında (From the Shadows), ABD gizli servisinin Afganistan'daki mücahitleri 24 Aralık 1979 tarihindeki Sovyet işgalinden altı ay önce desteklemeye başladığı yazıyor. Bu sırada siz başkan Carter'ın ulusal güvenlik danışmanıydınız. Sizin bu olayda bir rol oynadığınız doğru mu?
Zbigniew Brezinski: Evet. Resmi tarih yazımına göre CIA'nın mücahitlere yardımı Sovyet ordusunun 24 Aralık 1979 tarihinde Afganistan'a müdahalesiyle başladı, ama bugüne kadar gizli tutulan gerçek bundan tamamen farklı: Gerçekte başkan Carter Kabil'deki Sovyet yanlısı yönetime karşı savaşanların desteklenmesi yönündeki ilk direktifini 3 Temmuz 1979 tarihinde vermişti ve ben aynı gün yazdığım notta bu yardımın Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesine neden olacağını açıklamıştım.
(...)
Soru: Sovyetler Birliği, ABD'nin gizli operasyonlarına karşı Afganistan'a müdahale ettiğini açıkladığında kimse bu açıklmaya inanmamıştı. Bununla birlikte bu iddianın bir temeli vardı. Bugün hiç pişmanlık duyuyor musunuz?
Brezinski: Pişmanlık duymak mı? Bu gizli operasyon mükemmel bir fikirdi. Bu operasyon sonunda Ruslar Afganistan'da sıkışıp kaldılar. Bunun için pişman olamamı mı bekliyorsunuz? Sovyetler'in sınırı geçtiği gün başkan Carter'a bir not yazdım: "Artık Sovyetler'e kendi Vietnam'ını hazırlama imkanına kavuştuk." Moskova yaklaşık on yıl süren ve yönetim için taşınması zor bir hale gelen, halkı moral çöküntüsüne sevk eden ve sonunda Sovyet imparatorluğunun çöküğüne yol açan bir sorunla karşı karşıya kaldı.
Soru: Radikal islamcıları desteklediğiniz, onlara silah sağlayıp onları eğittiğiniz için de pişman değil misiniz?
Brezinski: Dünya tarihi için de hangisi daha önemlidir? Taliban mı yoksa Sovyet imparatorluğunun çökmesi mi? Kışkırtılmış birkaç Müslüman mı yoksa Orta Avrupa'nın özgürleşmesi ve "Soğuk Savaş"ın bitmesi mi?

Zbigniew Brezinski ile röportaj, Le Nouvel Observateuer (Paris), 15. - 21.01.1998 (*)

Ortadoğu çöllerinde iki kurnaz
İki farklı çıkar grubunun işbirliği bugün anlaşılmaz görünen kimi başlıkları biraz olsun netleştirecektir. Taraflardan birisi yüzyıllara dayanan bir din içindeki mezhep ve iktidar mücadelesine; diğeri ise sanayi devrimi ile değeri gittikçe artan enerji ihtiyacı ve doğal enerji kaynakları üzerindeki hegemonya mücadelesi içerisinde. Birinin dinle diğerinin ise zaten kendisine ait olduğunu düşündüğü petrol ile çok sorunu yok.

Bu düzlemlerin karşı tarafında soğuk savaşın gölgesinde yeşerip kendi yoluna gitmiş olanlar bulunmakta...

Afganistan, Yugoslavya, (Çeçenistan), Irak, Libya... Suriye (savaş sürüyor)
ABD ve Nato üyesi ülkelerin Ortadoğu'daki gerici iktidar ve yerel liderlerle işbirliği Baas fırtınasına karşı oluştu. Ortadoğu'da Sovyetlerin gölgesinde gelişen bağımsızlıkçı ve Arap milliyetçisi söylemi merkezine alan radikal subaylara karşı Batı geleneksel-dini söylemi destekledi. 1990'larda dilden düşmeyen ünlü "yeşil kuşak"tı bu. Sovyetlerin sınırı olan müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerde ABD'yi ve Batı'yı tutacak fanatik dini iktidarlar kurmak hedefleniyordu.
Sovyetler Birliği'nin desteklediği Merkezi Kabil hükümetine karşı savaşan mücahitlere 1980'ler boyunca ABD ve Suudi Arabistan tarafından yapılan yardımın toplam miktarı 6 milyar USD'dir. (*)
Bu yeşil kuşağın ilk hedefi Afganistan oldu. Afganistan'da devrimle iktidara gelen Afganistan Demokratik Halk Partisi'ne karşı ABD yerel gerici aşiretleri desteklemeye başladı. İktidarın şehirler dışında güçlenmesine izin vermeyen taşralı gericiler ile hükumetin çatışmasına karşı Sovyetler açıktan desteğini koymaktan çekinmedi. Sovyetler Birliğinin çözülüşü ülkede otoriteyi Taliban'ın eline geçirdi. (1996)
Yugoslavya
Yugoslavya'da 80'lerde fitillenen etnik ve dini ayrımcılıklara rağmen önde gelen siyasi liderler bir anlaşma sağladı. Bu sırada ABD'ye giden Aliya İzzetbegoviç antlaşmadan vazgeçtiklerini bir faks ile bildirdi. İçsavaş kısa bir süre sonra eski Yugoslavya'nın kalbini sardı.
Mücahitler Yugoslavya'da ABD ve Nato ülkeleri tarafından 1980'li yıllarda Afganistan'da olduğu gibi desteklendiler. Aynı Afganistan'da olduğu gibi Bosna iç savaşında Müslümanlar "iyiler" olarak kabul gördü.(*)
Dönemin Alman hükümeti de çatışmaları destekledi. ABD, Almanya, Suudi Arabistan, Katar, İran ve Türkiye'nin parasal ve askeri desteğini alan Aliya İzzetbegoviç islami bir ülke kurmak istiyordu.

Kurduğu parti yakın zamana kadar iktidarda yer aldı. Ülkenin yönetici kadrolarına adamlarını yerleştirdi ve ülke dışından gelen silah, adam ve parayı yıllarca kontrol etti. Yurtdışından gelen mücahitlere Bosna pasaportu ve kimliği veriliyor, gelen paralardan maaşlar bağlanıyordu. (Bu uygulamalar çok tanıdık geliyor olabilir)

Batı'nın medya yalanları ile iç savaşın bütün suçları Sırplara kaldı. Afganistan'da Sovyetlere karşı savaşan mücahitler burada da yerlerini aldılar. Sonradan kurulacak olan El-kaide mücahitleri de bu savaşlara katıldı. İç savaşın bitimi ile bu mücahitler dağıldı. Bir kısmı yeniden Afganistan'a döndü, bir kısmı ise Çeçenistan'a gitti.

Irak
El-kaide ismi ilk kez 11 Eylül saldırıları ile duyuldu. Bu saldırı bahane edilerek kangrenleşmiş Saddam iktidarı hedef alındı. bununla birlikte vitrinde Taliban'ı hedef alan ancak orta asya enerji kaynaklarını hedefleyen Afganistan işgali geldi.
Dünya petrol rezervlerinin büyük bölümünün bulunduğu Basra körfezi, ABD için çok büyük stratejik önem taşımaktadır. ABD, 2000 yılında ithal ettiği petrolün dörtte birini bölgeden sağlamıştır. Washington, Irak'ın işgalini, ABD'nin en önemli petrol ortağı komşu Suudi Arabistan'da bu ortaklığa zarar verebilecek gelişmelerin ortaya çıkması durumunda bu ülkeye vakit kaybetmeden müdahale edebilmek için bir gereklilik görmekteydi. Ama bundan daha önemlisi, ABD'nin Şatüllarap Bölgesi çevresindeki rezervleri tam olarak kontrol etmeye başlamasının, ABD'nin Uzakdoğu'daki en önemli rakipleri olan ve petrol ithalatlarının %90'nını bölgeden sağlayan Çin ve Japonya'yı baskı altında tutulmasına sağlayacak olmasıydı. (*)
Irak işgalinin başarıya ulaşması ile direniş örgütleyen baasçılar ile özellikle Şiilere yönelik katliamlarla El-kaide'nin adı sıkça duyuldu. El-kaide ayrıca Irak'a giden Türkiyeli tır şoförlerini de katletti.

Libya
2011'de ABD, Fransa ve İngiltere'nin gerçekleştirdiği muhalefete destek amaçlı hava saldırıları ile Kaddafi güçleri iç savaşı kaybetti. İç savaşta Batı'nın desteklediği gruplar içerisinde El-kaide'nin de yer aldığı sıkça tekrarlandı. Katar ve Suudi destekli mücahitlerin Libya'da çatışmalarda ön saflarda yer aldığı artık herkesçe biliniyor. ABD nereyi işgal etse orada El-kaide/mücahitler kendiliğinden ortaya çıkıyordu.

Ve Suriye
Libya'da iç savaşın bitimi ile buradaki kışkırtılmış müslümanlar tedavi ve dinlenme amaçlı Türkiye'ye geldi. Süreçle bu dinlenmenin ülkemizin güney sınırlarında olacağı anlaşılıyordu. Burada eğitilen mücahitler Suriye'den gelen muhalifler ile iç savaşı başlattılar. Ekonomisi batık Türkiye'ye nereden geldiği belli olmayan on milyar dolarlar muhtemelen savaşı desteklemek için Katar ve Suudi Arabistan'dan geldi. ABD ise işe biraz daha uzak kalmakla birlikte uluslararası planda Suriye'deki Esad iktidarına karşı kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Karşılığında ABD Ortadoğu'da demokratikleşmiş bir ülke bulacak: "Bütün enerji kaynaklarını ABD'ye açan, enerji yollarının güvenliğini sağlayan ve İsrail ile barışık bir kukla devlet." (Kışkırtılmış Selefiler ise Şii desteğindeki bir Nusayri iktidarını yıkmış olacaklar. Sebep oldukları mezhep kavgası ile de tarihe çoğu masum insanın kanı ile yıkanmış bir sayfa ekliyorlar.)
---
(*) Cihad Avrupa'ya Nasıl Ulaştı? Balkanlar'da Allah'ın Savaşçıları ve Gizli Servisler; Jürgen Elsasser; Çeviri: Emre Ertem, Nesnel Yayınları, 2008 (Birinci basım Almanca 2005)