Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

19 Haziran 2012 Salı

'Aşırılık' değil, 'Devrim' provası

Devrim Provaları
(Revolutionary Rehearsals)

Paris 1968, Şili 1972, Portekiz 1974
İran 1979, Polonya 1981

Colin Barker
 

Çeviri: Umut Haskan-İrem Yılmaz
Yordam Kitap, Mayıs 2010
Ünlü İngiliz tarihçi Eric Hobsbawn, geçen yüzyılı ‘aşırılıklar çağı’ olarak adlandırmıştı. 20. yüzyıl, aslında bir devrimler yüzyılıydı. Nitekim Hobsbawn’ın kitabına başlık oluşturan tarih aralığını 1917-1991 biçiminde yani Sovyetler Birliği’nin kuruluş ve çöküş yıllarını baz alarak, geçen yüzyılın aslında ‘aşrılıklar çağı’ değil de bir devrimler yüzyılı olarak nitelendirilmesi gerekliliğini vurgulamak ‘Devrim Provaları’ kitabıyla birlikte daha da anlamlı olacağa benzer.

İşçi sınıfının ve dünya sosyalist hareketinin sonu hüsranla bitse de... ‘Devrim Provaları’nda geçtiğimiz yüzyıldan bugüne devrolan kritik tartışma başlıklarını yeniden değerlendirmemize olanak sağlayan Fransa, Şili, Portekiz, İran ve Polonya deneylerinin ayrıntılı bir analizini buluyoruz. Ülkemiz sol yayıncılığının üzerine yeterince eğilemediği ‘Dünya Solunun’ geçmişteki devrimci kalkışmalarının bilgisinden yoksunluğumuzu giderecek zenginlikte bir eser olarak önümüzde durmakta…

19. yüzyılın sonlarından bu yana dünya sosyalist hareketinin tartışa geldiği reform mu-devrim mi, devrimci durumda ittifaklar meselesi, öncü parti sorunu dahil bir dizi mesele de alınan tavırların; yukarıda adı geçen ülkelerin devrimci süreçlerinde ne gibi sonuçlara yol açtığı inceleniyor.

Kitabın hemen başında Fransa 68’inin yaygın kabullenişin aksine yalnızca gençlik isyanı değil, aynı zamanda işçi sınıfının insanlık tarihindeki en büyük genel grevini de 1968’te Fransa’da gerçekleştirmiştir. “Dokuz milyon işçi bu greve katılmıştır.” (Sf; 16) Fransa 68’i işçi sınıfı ve orta sınıfın “refah devleti” kazanımlarıyla ilelebet uyutulamayacağını göstermiştir. 68 Fransa kalkışmasının yenilgiyi yazarımız şuna bağlamakta: “devletin merkezileşmiş gücüne karşı bir meydan okumaya önderlik edecek devrimci bir partinin yokluğu”. (Sf; 59)

Yeryüzünün tanıklık ettiği en vahşi askeri darbelerden birisini yaşayan ve darbe sonrası uygulanan ekonomi politikasıyla neo-liberalizme geçişin ilk deneyini yaşayan ülke Şilidir. Seçimle iktidara gelen ılımlı solcu lider Allende’nin iktidarına koşulsuz destek sunan Şili devrimcilerinin reformcu çizgisi darbeye engel olamamıştır. “Allende hükümetine ve Halk Cephesine aşırı bağlanmışlık ve reformcu çizgi kriz anlarında burjuva devletinin tahkim edilmesine yaramıştır”. (Sf; 137)

Şili deneyinin hemen ardından gelen 1974 Portekiz Karanfil Devrimi, askeri bir darbeyle faşişt Salazar diktasını alaşağı etmiştir. Alt kademeden radikal subaylarla işçi hareketinin ve sol hareketin temas halinde olduğu ilginç bir süreç yaşanmıştır, Portekiz’de... Bu durum, dönemin ABD Dış İşleri Bakanı Kissinger’a Portekiz, Avrupa’nın Küba’sı olabilir dedirtmiştir.

Portekiz 1960’larda Batı Avrupa’nın en geri ülkesidir. Portekiz Komünist Partisi’de bu geri ülkede sosyalist devrimi savunmuyordu. Partinin temel perspektifini “geri koşullarda ,işçi sınıfına ikincil bir rol öneriyor ve ulusal bağımsızlık ve demokrasinin elde edilmesini yeterli görüyordu.” (Sf; 164)

Portekiz örneğinde de karşımıza çıkan “aşamacı” politik çizginin bedeli ağır olmuş, ABD ve AB, Sosyal Demokrasiye yol vererek Portekiz’i kapitalist sistem içerisinde tutmayı başarmışlardır.

20. yüzyılın en kitlesel devrimlerinden birine sahne olan İran Devrimi, siyasal İslam / sol,
anti-emperyalizm / islamcı hareket içerikli başlıklarda yol açıcı kimi veriler sunmuştur.

1978-1979 yıllarındaki devrimci durum döneminde işçi sınıfı ve orta sınıflar kendisini sol gruplarla değil, İslamcı muhalefetle özdeşleştiriyordu. “İslamcı hareket, Şah ve müttefiki ABD’den kurtulma yolunda, anti-emperyalizm bayrağını solun elinden alabilmiştir. İran Solu, Şah’a muhalefet eden güçler içindeki bağımsız duruşunu koruyamayıp, İslamcı devlete giden yolu bağımsızlığa ve sosyalizme yönelik bir ilerleme saymışlardı”. (Sf; 205) Böylece halkın önüne bağımsız bir seçenek sunma şansını kaçırmışlardır.

Reel Sosyalizmin çözülüşünün ayak seslerini Polonya İşçi Hareketi duyurmuştur. “Temmuz 1980-Aralık 1981 arasında, Dayanışma hareketi,siyasi çözümleme ve strateji yokluğunda, en iyi örgütlenmiş sendikal hareketlerin bile ezilip dağıtılacağını göstermiştir” (Sf; 241) İlerleyen yıllarda da hareketin lideri Lech Walesa’yı kapitalizmin kararlı savunucusu olarak görüyoruz. 80’li yılların sonuna doğru harekette muhafazakar ve milliyetçi eğilimler hızla güçlenerek ülke kapitalizme doğru hızlıca yelken açmıştır.

Yenilgiyle sonuçlanmış hemen bütün devrimci kalkışmalarda, tarihin son derece determinist bir yönde aktığını görmekteyiz. İşçi sınıfıyla bütünleşmiş ve düzenin bütün aktörlerinden kopmuş olmasına rağmen ya devrimci öznenin ya da devrimci perspektif eksikliği bu görkemli kalkışmaların yalnızca birer “prova” olarak yaşanmasına sebep olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder