Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

6 Nisan 2012 Cuma

Bir Melankoli Saatinde Fahrenheit 451 Üzerine

“Eğer dünya kitap okumayanlarla,
öğrenmeyenlerle,
bilgisizlerle dolmaya başlarsa,
kitapları yakmak zorunda kalmazsınız,
değil mi?”
Bundan on yıl kadar önce güzel bir akşam, çoğu kez yaptığımın aksine, dışarı çıkmış bulvarda yürüyordum. İnsanların oturması için konulmuş banklardan birine oturup çevreme bakınıyordum ki, bir polis memuru, tepemde dikilmiş bir halde, amirinin beni görmek istediğini söylüyordu. Yanına vardığım polis amiri, son derece bozuk bir lisanla, ne yaptığımı sordu. Dinleniyorum diye yanıtlamama rağmen araca bindirilip güvenlik soruşturmasına uğramıştım. Polis amiri terör suçlusu olabileceğim konusunda kuşkularının olduğunu söylüyor, bir yandan da bana ‘eşlik edecek’ kişileri parmağını rastgele sallayarak seçmekten çekinmiyordu. Bu ‘Alice Harikalar Diyarında’ rastlaşmasından son derece sinirlenmiş olarak, yürümenin yasaklandığı ve bütün yayaların suçlu sayıldığı gelecek bir zamanda geçen, Yaya’yı yazmak üzere eve koştum.
Fahrenheit 451 adlı romana kaynaklık eden öykülerden biri olan Yaya adlı öykünün yazılma sürecini bilenler için yukarıdaki anlatı tuhaf gelmiş olabilir. Çünkü bu paragraftaki yaşanmışlıklardan sadece en son cümlede yer alanlar bu öykünün yazarı Ray Bradbury’e ait. Ne var ki, iki olay arasında geçen elli yıllık bir zamana karşın insanı özgürlükten yoksun bırakma, başka bir ifadeyle onu aşağılama edimi olaylar ve insanlar arasındaki ilişkiyi tarih boyunca homojen kılmaya devam ediyor. Yazar romanda, bu özgürlükten yoksun bırakılma sürecini işlerken aynı zamanda bu süreçteki mücadele ve rıza ilişkilerine de odaklanmaktan geri durmuyor.

Ray Bradbury’nin kitaba yazdığı önsözde aydınlık yanlarım diye söz ettiği genç bir kız olan Clarisse McClellan ve itfaiyeci Guy Montag ile onun karanlık yanlarını oluşturan itfaiyecilerin şefi Yüzbaşı Beatty ve Profesör Faber’den oluşan dört ana karaktere sahip diyebileceğimiz roman, kitap okumanın tehlikeli bulunduğu ve yasaklandığı ‘gelecek bir zamanda’ geçen, evlerin yangına dayanıklı ince plastik bir kılıf ile kaplandığı, itfaiyecilerin ise tek işlerinin evlerinde kitap bulunduran insanların evlerini ateşe vermekle görevli kişiler olduğu kurgusuna dayanıyor.

Ray Bradbury’ye göre buradaki itfaiye metaforu ile anlatılmak istenen sansür mekanizmasıdır. Ne var ki bu mekanizmanın nasıl ortaya çıktığı ve geliştiği konusunda pek ince eleyip sık dokumayan kimi anlayışlara göre Ray Bradbury’nin başka bir yerde bu kitabı baskıcı yönetimlere değil de televizyonlara karşı yazmış olduğunu belirtmesi kendi yazdığı kitabı dahi anlamadığının bir göstergesi kabul ediliyor. Oysa kitabın mantığın temel önermelerinden olan “Nedende olmayan hiçbir şey etkide de yoktur” önermesine sadık kalan bir anlatıma sahip olduğunu söylemek mümkün. Öyle ki romanda, Ray Bradbury’nin birbirleri ile ayrı saflarda olan itfaiye şefi Yüzbaşı Beatty’ye ve Profesör Faber’e “Devletten tepeden inme bir şekilde gelmedi bunlar. Ne baskı, ne uyarı, ne sansür başlangıçta hiçbiri yoktu, hayır” ve “Halk okumayı kendi isteğiyle bıraktı” şeklindeki aynı manaya gelen sözleri söyletmiş olması ‘sonlu nedenselliğe’ bu açıdan bir itiraz olarak ele alınmalı. Beyaz camdan yansıyan ışık karşısında bu kadar büyük bir kitlenin hem de çoğu kez aynı anda büyülenmiş bir şekilde kalakalması dünyadaki hiçbir baskıcı yönetimin kendi öz gücüne dayanarak gerçekleştirebileceği ‘mucizelerden’ olmasa gerekir…

İnsanların ‘oturma odası’ denen odalarda işlerinden geriye kalan bütün zamanlarını TV izleyerek geçirdiği, hız ve teknolojinin ayrıntıları ve ayrıma varmaları silikleştirdiği, salt mutlu olma arzusunun yüceltildiği ve topluluk ruhunun bir salgın gibi yayıldığı bir toplumda tüm bunların ardından gelen bir savaşı sonuç olarak değerlendirirseniz bu sonuç size oldukça büyük gelecek ve sizi etkileyecektir. Oysa “Etki nedenden büyük olamaz; çünkü etki nedenin açığa çıkışından başka bir şey değildir.”

Nedenlerin ve etkilerin belirsiz/sonsuz ilerlemesi kitabın yazıldığı dönemin siyasi atmosferi ile Ray Bradbury’nin kişisel tarihi birlikte irdelendiğinde gerçek bir ‘cilve’ye dönüşüyor. Bradbury kitabın basımı için çaldığı bütün kapılardan eli boş dönüyor, hiç kimse geçmişteki, şimdiki ve gelecek zamandaki sansürle ilgili bir roman basmaya yanaşmıyordu. Çünkü dönem cadı avı diye adlandırılan McCarty dönemiydi ve UnAmerican Activities Commitee eliyle Birleşik Devletler aydınları soruşturmalara uğruyorlardı ve Ray Bradbury de, tarihin bir cilvesi olarak, tıpkı 1680’de on göbek büyük-büyükannesi Mary Bradbury’nin yargılandığı ama yanmaktan kurtulduğu cadı avının bir benzerine işte bu şekilde maruz kalıyordu.

McCarty döneminin kitaptaki yansıması diyebileceğimiz ‘iyi sistem’ ile ilişkisini, kendisi de dahil, rıza olma üzerinden kuran bir çevreye sahip olan Montag’ı harekete geçiren flaş patlamaları Clarisse ile tanışmasından sonra gerçekleşiyor. Clarisse, fermuarın düğmenin yerini aldığı, insanın giyinirken düşünecek kadar bile bir zamanının, bir melankoli saatinin olmadığı bir dünyaya pek ‘anormal’ gelen şeyler yapıyor: Tek başına yürüyüşe çıkmak, ‘amaçsız’ bir şekilde yağmurda ıslanmak, ağaçlara dokunmak, kelebeklerle ilgilenmek gibi. Buna ek olarak dayatılanı kabul etmeyen, sorgulayan bir tarafı da var. Düzenin has evladı olan Yüzbaşı Beatty’nin sözleriyle bir şeyin nasıl yapıldığını değil, niçin yapıldığını bilmek istiyor. Bu anlamda sistemin pek de sevmediği ama çok iyi ‘bildiği’ bir kişilik. Böyleleri okulda anti-sosyal, psikiyatrda sorunlu, işyerinde güvenilmez, aile içindeyse anlaşılmazdır…

Clarisse’in hayatı ağır çekimde, sindirerek yaşıyor oluşunu Yüzbaşı Beatty’nin melankoli olarak değerlendirmesi bize melankoli durumuyla kendini gerçekleştirmek arasında sıkı bir bağ olduğu noktasında uyarıcı bir etki yapıyor. İçinde bulunduğumuz gerçek dünyanın tarihine baktığımızda da çalışma saatlerinin geçmişten günümüze doğru azalma gösterdiğini, ancak aradaki zaman farklarının/melankoli saatinin bugün başka etkenlerle doldurulmuş olduğunu görüyoruz. Öyle ki günümüzde iş saati olarak belirlenen saatler bile, zorunluluk ilişkisinin rıza ilişkisine evrildiği bir dünyada, bu başka etkenler karşısında işlev bakımından çok daha ‘masum’ kalmakta. İnsanın bu ‘melankoli saatini’ çok sıradan görüyor ve kendi isteğiyle kolayca devrediyor oluşu, kendi varlığını buna dayandıran bir sistem için bulunmaz bir nimet aynı zamanda.

Montag’sa, flaş patlamaları dindikten sonra gelecek olan aydınlığa Clarisse’in hayatını anlamlı kılan şeyi aramakla yol alırken aslında ne için mücadele ettiğinin de ayırdına varıyor. Tüm büyük mücadeleler belki farkına varılmayan ve basit addettiğimiz nedenlere dayanıyor, tıpkı Montag’ın serüveninde olduğu gibi…
“…Herkese bir süre düşünmelerini ve ezberlemeyi ve karşısına çıkacak her türlü sansürden ve ‘itfaiyeciler’den korumayı en çok isteyecekleri kitabı seçmelerini tavsiye ediyorum. Ve sadece kitabı seçmekle kalmasınlar, neden onu ezberlemek istediklerini ve neden bunun gelecekte hatırlanmaya ve anlatılmaya değer bir kitap olduğunu da açıklasınlar.”
Kaynakça 
*BRADBURY, RayFahrenheit 451 (Çev. Zerrin –Korkut Kayalıoğlu.), İthaki Yayınları, İst., 2010.
**HEGEL, G.W.F.; Bütün Yapıtları-Seçmeler (Çev. Hüseyin Demirhan), Onur yayınları, Ank., 1976, ss. 127 ve 198-205. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder