Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

11 Nisan 2012 Çarşamba

Yeryüzüne Dokun

Yirmibinfersah’ta yer alan “Tarihsel Bir Yanlışlığın Hikâyesi: Amerigo” başlıklı yazı, ‘Yeni Dünya’nın beyaz adam tarafından keşfinin insanoğlunun her türlü engeli aşma yönünde göstermiş olduğu iradenin tarihsel olarak doruğa ulaştığı özel bir tarihsel kesit olduğunu söylerken, bu kesitten öncesini de unutmamak, hatırda tutmak gerektiğini vurgulayarak bitiyordu. Bu satırlarda, işte bu kesitten öncesini anlatan, onu ‘beyaz adam’a hatırlatan bir kitabın öyküsüne değinilecek.

Ganono-o neresidir diye sorulacak olsa, sanırım buna yanıt verebilecek pek kimse çıkmaz ama onun üzerine inşa edilmiş Empire State’i bilmeyen neredeyse yok gibidir. Alabama’yı da pek çoğumuz bilir: Birleşik Devletler’de bir eyaletin adıdır, adıdır ama bir Kızılderili efsanesine dayandığını ve Kızılderili dilinde “İşte burada kalabiliriz” anlamına geldiğini de bilir miyiz? Bu geniş topraklarda bulunmaları bir efsanede anlatılacak değin eskiye giden Kızılderililer, ‘doğudan gelen yüzü kıllı’ adamlarla karşılaştıklarında, bir gün yaşadıkları toprakların ellerinden alınıp rezervasyonlara hapsedileceklerini düşünemezlerdi. Çünkü onlara göre toprak sınır çizgilerine bölünemezdi ve herkese aitti. Beyaz adam inançlarını özgürce yaşamak için yurtlarından kaçıp geldiklerini söyleyerek Kızılderililerin iyi niyetlerini kazanmış, bazı toprakların küçük bir kısmının kendilerine bağışlanmasını sağlamıştı. Ancak beyazlar, cam boncuk ve kırmızı kumaş ile ‘değiş tokuş’ yaptıkları toprakları, zamanla bilinçlenen Kızılderililerden, göstermelik bir biçimde, para ile satın almaya başladılar. Her bir dönümüne 47 cent verdikleri vurgulanırsa göstermelik sözcüğü ile ne anlatılmak istendiği daha anlaşılır olacaktır. Kızılderililer, topraklarını satmak istemiyorlardı, çünkü toprakları beyaz adamın parasından daha değerliydi, üstelik ateşin alevleriyle bile yok olmuyordu. Bunun üzerine beyazlar taleplerini zorla dayatma yoluna gittiler.

Ağır yenilgilerle toprakları ellerinden alınan Kızılderililer, kabileler halinde rezervasyonlara* tıkılmışlardı. Bu ise daha önce özgürce avlanıp, toprağın ruhunu dinlemek için durdukları yerlerden ve atalarının mezarlarından uzakta artık yaşam biçimlerini eskisi gibi sürdüremeyeceklerinin bir işaretiydi. Beyaz adam, toprağı sürmek için çalışmalarını ve Amerikan vatandaşı olmaları gerektiğini söylüyordu. Vatandaş sözcüğü ile söylenmek istenen, beyaz adamın sosyal düzeni altına girilmesiydi. Beyazlar, onların vahşi (Bazı kabilelerde çok eski tarihlerde savaş esnasında kafa derisi yüzme davranışı görülüyordu. Fakat Kızılderililer bu geleneği terk etmişlerdi ve bu davranışın sadece beyaz adamın zalimliğine karşılık olması amacıyla sergilendiği savaşlar olabiliyordu. Kızılderililer için yaşam hakkı çok kutsaldı. Öldürdükleri hayvanlardan özür dilemeleri bunun en açık kanıtı olarak gösterilebilir) ve eğitimsiz olduklarını, bu nedenle mutsuz ve sefil bir hayat sürdüklerini söylüyordu. Bir Avrupalı General ile ‘yamyam’ arasında geçen sohbeti** anlatan fıkrada olduğu gibi, Kızılderililer beyazların bu isnatlarına bilgece eleştiriler getiriyor, gerçek vahşiliğin tahrip edilen doğada, hayvanların sürüler halinde öldürülmesinde ve insanların özgürlüklerinin alınmasında yattığını haykırıyordu. “Beyaz adam kafa derisi yüzmüyor; ama daha kötüsünü yapıyor – kalpleri zehirliyor” diyordu Sauk ve Fox Kızılderililerin reisi Kara Atmaca.

Beyaz adamın, Kızılderilileri ‘modernleştirme’ uğraşı aslında ırkdaşlarına yaptıklarından pek farklı bir anlam içermiyordu. İnsanların daha birer çocukken düzen altına alındığı ve büyüdüklerinde ise bu kez kendilerini kimlerin düzen altına alacaklarını seçtikleri bir sistemdi ve her yol ‘birileri’ için ömür boyu çalışmanın ‘erdemi’ne çıkıyordu.

Kızılderililerin, saçlarının kesilmesini temizlik ve kibarlık nedenlerine dayandıran beyaz adama, kız çocukların saçlarını ve kendi sakallarını hatırlattıklarında beyaz adamın boncuklar ve kırmızı kumaş ile başlamış olduğu köylü kurnazlığına burada da devam ettiği anlaşılıyor. Kentlerin yaşama biçimlerine sahip olmanın uygarlık olduğu öne sürülüyorsa beyaz adamın bunun kendisi için olmadığını düşündüğünü samimi olarak düşünebiliriz demektir. Charles Eastman’ın Kızılderili’nin Ruhu’nda söylediği gibi: “Çocukken, vermek nedir bilirdim; Uygarlaştığımdan beri, bu erdemi unuttum” 

Tatanka Yotanka, yani hepimizin bildiği adıyla Oturan Boğa’nın beyaz adama yönelttiği sözler gerçekten çok etkileyicidir: “Çok ilginçtir ki, toprağı işleme fikrindeler; sahip olma aşkı onlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği, ama fakirlerin bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri geçindirmek için, fakirlerle güçsüzlerden vergiler alıyorlar.”

Kızılderililerin kendilerinden çalışmaları istendiğinde bunun zenginler için çalışmak demek olduğunu görmeleri, kim bilir, belki de durup düşünmek için yeterli zamana sahip oldukları bir yaşam biçiminin kendilerine kattığı düşüncelerin ürünüdür. Nez Perc”lerin küçük bir kabilesi olan Sokulklardan olan ‘hayalciler’ dininin kurucusu olan Smohalla’nın, “Benim gençlerim hiçbir zaman çalışmayacaklar. Çalışan insanlar rüya göremezler; oysa bilgelik, bize rüyalarda gelir” sözü Kızılderililerin, yine bu blogda yer alan “Bir Melankoli Saati: Fahrenheit 451” başlıklı yazıda anlatılan melankoli saati kavramına çok önceleri sahip olduklarını düşündürüyor.

Kızılderililerin doğayla bu kadar iç içe olmalarının onların inançlarına da yansıdığı muhakkak. Hiçbir beyazın hakkında aynı fikre sahip olmamasına karşın Hıristiyanlığın kendilerine dayatılmasına anlam verememeleri bir yana, aslında hiçbir tek tanrılı dinin ileri süremediği kadar engin görüşlü bir inanca sahiptiler. Onlar, dairelerin kutsal olduklarına inanıyorlardı ve kuşların da dairelerini yuvarlak şekilde yapmalarından dolayı kuşlarla aynı dini paylaştıklarını söyleyebiliyorlardı. Bunun dışında başka bir canlıyı kurban verme gelenekleri de yoktu. Bunun samimi olmayan bir davranış olduğunu düşünüyorlardı çünkü bir insan sahip olmadığı bir şeyi kurban veremezdi.

İlginç bir bilgi bize beyaz adamın ‘keşfettikleri’ topraklara yerleşip yerlerinden ettikleri yerlilerin yaşam biçimlerini bozmada alkolü ve uyuşturucuyu çok sık kullandıklarını söylüyor. Bugün Avustralya kıtasının gerçek sahipleri olan Aborjin halkının üyelerinin bir kısmının uyuşturucunun ve Kızılderililerin bir kısmının da reislerinin zehir diye adlandırdıkları rom içkisinin (viskinin) etkileri altında ‘sefil’ bir hayat sürmeleri beyaz adama göre son derece ‘free’ olan hayatın doğal bir tezahürüdür!

Kitabı Kızılderililerin Amerikan Hükümeti’ne yönelttikleri mektuplardan derleyerek oluşturan yazar, bunun nedenini şu duyarlı cümleler ile açıklıyor:“Şimdi hepimiz için, Kızılderililer hariç, onlar adına sonsuz bir öfke ve acı duymak çok kolay. Herhalde Kızılderililer, ölü yada diri, bu tip duyguları çok haklı olarak, acıma ve nefretle karşılarlardı. Kültürü paramparça edilmiş bir halk için üzüntü duymak çok kolaydır. Bu kitap umuyorum ki, saygıyla derlendi; Kızılderililer bir kez daha kendi sesleriyle konuşabilsinler diye.” 
*Sözcükler son derece ideolojik olabiliyor. Mesela Rezervasyon sözcüğü beyaz adam için, Kızılderililer için ayrılmış topraklar anlamına gelirken; Cree Kızılderililer içinse kendileri için sakladıkları topraklar ya da hükümete vermedikleri topraklar anlamına gelir.

**Deniz aşırı bir yolculuk esnasında bir General ve tayfası, rotalarında seyir halindeyken bir adaya çıkış yapmak zorunda kalırlar. Kendisini adanın ileri gelenlerinden bir yerli karşılar. General, bu adanın yerlilerinin insan yediğine dair duyumlar almıştır ve bundan dolayı yerlilerin şefini kınadığını beyan eder. Bu çıkış karşısında şaşkına dönen yerli, “Peki, siz hiç öldürmez misiniz?” diye sorar. General, yaptığı savaşlar da aklına gelerek, bir keresinde tek seferde bin adamı öldürdüklerini gururla anlatır. Yerlinin, “öldürdüğünüz insanları hiç yemez misiniz?” şeklindeki sorusunu, iğrenmiş bir yüz ifadesi takınarak, “Hayır” diye yanıtlar. Bunun üzerine yerlilerin şefi der ki, “Monşer! Yemeyecekseniz neden öldürüyorsunuz?”
McLUHAN, T.C., Yeryüzüne Dokun-Kızılderili Gözüyle Kızılderili Benliği, (Çev. Ece Soydan), İmge Kitabevi Yayınları, İst., 2001.
Yeryüzüne Dokun
Kızılderili Gözüyle Kızılderili Benliği
T. C. McLuhan

Çev. Ece Soydan
İmge Kitabevi Yayınları, 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder